Dizin
biyolojik determinizm, biyoteknoloji, bilim, dna, evrim, gen, genom, güç, ideoloji, ilerleme, insan doğası, kapitalizm, kalıtım, politika
Neden Okudum?
Geçtiğimiz yüzyılda insana dair her şeyi anlamanın anahtarı olarak görülen evrim kuramı davranıştan toplumsal cinsiyete, ekonomik sınıftan ve ırklar arası farklılığa, tüm bireysel ve kültürel unsurları biyolojiye indirgeyerek açıklama girişimlerinin zemini haline geldi. Fakat Darwin’in doğal seçilim ilkesinin biyolojiden toplumsal alana taşınması eğiliminde etkili olan etmenler görünür hale geldiği taktirde durumun aynı zamanda ideolojik bir yanı da olduğu görülür. Richard Lewontin, İdeoloji Olarak Biyoloji adlı bu kitabında bilim ve siyaset ilişkisini düşünmek adına bize perspektif sunar.
Yazar Hakkında
Richard Charles Lewontin (1929-2021), Amerikalı evrimsel biyolog, genetikçi ve bilim felsefecisiydi. Harvard Üniversitesi'nde profesör olarak görev yaptı ve popülasyon genetiği ile evrimsel biyoloji alanlarında önemli araştırmalar gerçekleştirdi. Bilimsel çalışmaları kadar, bilimin toplumsal ve politik bağlamlarda nasıl şekillendiği üzerine düşünceleriyle de tanınır.
Birinci Bölüm: Bilimsel bilgi tarafsız mıdır?
“Bilimsel uğraşlar salt insan siyasetinin ötesindedir.” —Richard Dawkins
Bilim söz konusu olduğunda bizler genellikle insanı denklemden çıkartarak bilim, objektiflik ve yasallık kavramlarını birbirlerinin zorunlu sonucu gibi görürüz. Bilim, bütün dönemler için doğru olan, tarafsız ve apolitik bir metoda sahip olduğunu iddia eder1. Evrensel bir gerçek ortaya koymak, belirli bir durum, olgu veya ilkenin tüm zamanlar ve mekânlar için geçerli olduğunu ifade eden bir iddia olduğundan, bilimin toplumsal bağlamını göz ardı etme eğilimimiz vardır. Bu noktada makul bir şüphe ortaya çıkar: Bilimin yapılanmasındaki ideolojik etkiler şüphesi.
Bilim insanlarının henüz farkında olmadıkları bu ideolojik etkiler, açıklama biçimlerini önemli ölçüde etkileyen ve en nihayetinde kendi sosyal yapılarının devamını sağlayan temel varsayımlar olarak ortaya çıkar.
Lewontin, Batı kültüründe toplumsal bilincin başlıca kaynaklarının Hristiyan Kilisesi ve onunla bağlantılı toplumsal gelenekler olduğunu vurgulayarak, bilim ve ideoloji arasındaki bağlantıyı ortaya koyar. Modern toplumun doğuşu, on yedinci ve on sekizinci yüzyılda Britanya, Fransa ve Amerika'da gerçekleşen devrimlerle olmuştur. Bu devrimlerin öncüleri ilahi takdire atıfta bulunmuş, ancak aynı zamanda aristokratik ayrıcalıkları ve bireylerin toplum içindeki sabit konumlarını karakterize eden eski düzeni yıkmışlardır.
Nihayetinde modern toplum, endüstriyel kapitalizmin toplumsal örgütlenmede yarattığı değişimle birlikte, bireyi asli ve bağımsız gören, bir yerden bir yere ve bir başka role hareket edebilen bir çeşit bağımsız toplumsal öge olarak kabul eden bütün bir toplum fikridir.
Siyaset felsefecilerinin temel sorunu, insan doğasına ilişkin belirli bir görüşü haklı çıkarmaya çalışmak olmuştur her zaman. Dolayısıyla bu yeni dönemin insan doğası kuramının yüzeyinde modern, girişimci, rekabetçi, hiyerarşik topluma olan belirgin ideolojik bağlılık vardır. Yüzeyin altındaysa daha derin bir ideoloji, bireyin kolektiviteden önce geldiği ideolojisi vardır.
Bu fikir René Descartes’ın Saat Metaforu’nu hatırlatır. Lewontin bu noktada tüm modern bilimlerin de bu metafordan etkilendiğini belirtir.
Dindar Descartes, insan ruhunu makine hayvan (bête machine) kavramına dahil etmemiştir; ancak kısa sürede bu yaklaşım, insan ruhunu da kapsayarak günümüzde yaygın olan makine insan (homme machine) görüşünü oluşturmuştur. Modern bilim, dünyayı hem canlı hem cansız unsurlardan oluşan büyük ve karmaşık bir sistem olarak, çarklar ve kaldıraçlarla dolu bir yapı şeklinde görür.
Bu yüzyılda Batı toplumunun seküler ve rasyonel bir hal almasıyla profesyonel entelektüeller olarak bilim insanları, ekonomistler ve akademisyen filozoflar toplumsal kuramın ana kaynakları haline gelmiştir. Lewontin kitabın önsözünde profesyonel entelektüellerin izledikleri yolun çoğunlukla cinsellik, para veya gen hakkında basit ama etkili bir yol bulmak olduğunu vurgular. Buna indirgemecilik adı verilir. Buna karşın gerçekler ise daha karmaşık olabilir…
Lewontin, gerçekliğin karmaşıklığına rağmen indirgemeci yaklaşımları tercih etmemizin ardında ideolojik faktörlerin yattığını savunur. Ona göre bilim, geçmişte Kilise'nin yaptığı gibi, her dönemde toplumun baskın değerlerini yansıtan ve pekiştiren toplumsal bir kurumdur. Bilim, zaman ve para gerektiren insani bir üretim faaliyetidir. Bu nedenle, modern toplumda dinin yerine geçen meşrulaştırıcı bir güç haline gelmiştir.
Lewontin, bunun en meşhur örneği ile Darwin’in doğal seçilim ve evrim kuramının yansımalarında karşılaşabileceğimizi yazar.
İkinci Bölüm: Doğal Seçilimden Toplumsal Yapılara
“Bay Darwin’in gerçekte yapmış olduğundan çok daha fazla şey keşfettiği ve kanıtlandığı sanılacaktır.” —Hewett Watson
Darwin, 1859'da "Türlerin Kökeni"ni yayınlamadan önce de canlıların evrimi hakkında çeşitli görüşler mevcuttu. "Evrim görüşü – türlerin sabit ve değişmez varlıklar olmadıkları ve süreçte değişerek birbirlerinden türedikleri – Darwin’den çok daha eskidir. Darwin, doğal seçilim yoluyla evrimi tanımladığı sürecin mekanizması için de daha önceki çalışmalara işaret eder."
Buna karşın, Darwin’in varolan evrim görüşlerine bir mekanizma sunarak yaptığı toparlayıcı katkı ile Viktoryen çağının toplumsal yapısı arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Karl Marx, Darwin’in kitabını okuduktan sonra Friedrich Engels’e 1862’de yazdığı mektupta şöyle demiştir: “Darwin, hayvanlar ve bitkilere baktığında İngiliz toplumunu ve onun emek ayrımcılığını, rekabetçiliğini, yeni pazar arayışlarını, icatlarını ve Malthusçu varoluş mücadelesini görmüştür.” Yani Darwin, erken modern dönem siyasi iktisadını genişleterek onu doğal iktisada dönüştürmüştür.
Darwin, hayatta kalabilecek ve çoğalabilecek sayıdan daha fazla organizma türediği için genel bir var olma mücadelesi olduğunu, bu mücadelede daha iyi tasarlanmış, daha zeki, daha verimli ve genel olarak mücadeleye daha uygun şekilde gelişmiş organizmaların, daha düşük seviyedeki türlerden daha fazla döl bırakacağını iddia etmiştir.
Darwin’in, Alfred Wallace’ın önerisiyle kullandığı ve aslında Herbert Spencer’a ait olan "en uygun olanın hayatta kalması" söyleminin Anglo-Sakson kültürde çarpıtılarak toplumsal konuları açıklamak için yaygınlık kazanması, bilim ile ideoloji arasındaki ilişkiyi düşünmek adına iyi bir örnektir. Örneğin son bir asırdır gelişen Sosyobiyoloji kuramı, en temelde Darwinci fikirlerin disiplinlerarası sentezine dayanarak bir insan doğası kuramı ortaya koymaya çalışır.
Bu yaklaşım temelde üç aşamadan oluşur:
Eksiksiz tarif: İnsan doğasının neye benzediğini açıklamak
Evrensellik: Evrensel bu insan doğası imgesinin genlerimizde kodlandığını ileri sürmek
Meşruiyet: Doğal seçilim yoluyla her bir insanın belirli genetik özelliklerinin olmasından toplumun yapısından sorumlu özelliklerin ortaya çıkması
Dolayısıyla, sosyobiyoloji dış dünyanın organizmalardan bağımsız kurallara sahip olduğunu ve organizmaların bu kuralları değiştiremeyeceğini kabul ettikten sonra, insan doğasının evrimsel geçmişi ve genetik kodlamalar üzerinden şekillendiğini savunur.
Bu fikir başlangıçta kulağa haksız gelmese de esasen gözardı ettiği önemli bir mesele vardır, insanın toplumsal varlığı. Lewontin’in vurguladığı gibi, dünyayı değiştirmeden yaşayamayız.2 Organizmayla çevresi arasındaki ilişkinin ikinci kuralı budur. İnsan doğası varsayımı ortaya atarken toplumsal varlığımızın gözardı edilmesinin arkasında ise politik çıkarlar yer alır.
Üçüncü Bölüm: Genlerimiz Kadermiz mi?
“Statükoyu korumanın en iyi yolunun onu doğal bir temele dayandırarak, ona meşruiyet kazandırmaktır.” —Richard Lewontin
Lewontin, bu sorgulamayla Darwinci evrim kuramının keşfi ve yaygınlık kazanmasındaki öznel değerleri vurgulayarak kuramın yanlış veya yanıltıcı olduğu imasında bulunmaya çalışmaz. Onun dikkat çektiği husus, söz konusu Darwin ve Darwincilik olduğunda toplumsal değerler hem bir zemin hazırlamış hem de ortaya çıkan kuramdan ideolojik amaçlarla sıklıkla faydalanılmıştır. Henüz 1868’de yaşanabilecek tehlikeyi öngören Hewett Watson’un dediği gibi “Bay Darwin’in gerçekte yapmış olduğundan çok daha fazla şey keşfettiği ve kanıtlandığı sanılacaktır.”
Günümüzde toplumsal açıdan zararlı sonuçları olan bazı sanrıların da hala istikrarla sürdürülmesinin altında yalnızca bilgisizlik değil, aynı zamanda ideolojik amaçlar yatar. Organizmanın yaşamının bu türden bir hesaplanabilirliğe karşı direnç göstermesi, biyolojik yasalarla organizmanın kendisini dahi tam olarak serimlemenizi engellerken, söz konusu toplumsal yaşam olduğunda doğadan kültürel olana böylesi bir sıçrama daha da temelsiz görünür. Nitekim gerek organizmada canlılığı oluşturan cansız parçaların diziliminde, gerek ise organizmanın çevresiyle kurduğu ilişkide rastlantısallık önemli bir faktördür.
Örneğin IQ testlerini ele alalım. IQ seviyeniz salt biyolojik varlığınız ölçeğinde belirlenmez. Çevredeki bir değişim -bu durumda kültürel çevredeki değişim- yetenekleri büyük oranda değiştirebilir. IQ testlerindeki farklılıkların ise %80’inin genlerdeki, %20’sinin de çevresel çeşitlilikten kaynaklandığı sıkça söylenir. Süregelen tartışmalarda, “Genetik IQ’yu etkiler mi?”3 sorusunu yanıtlayamıyoruz. Çünkü Lewontin “Genetik demek değişmez demek değildir.” fikrine ulaşıldığını iddia ediyor. Dolayısıyla genlerimiz kaderimiz değil.
Bu yüzden Lewontin, katılımın insan yaşamında belirleyici tek neden değil, etmenlerden yalnızca biri olduğunu söyleyerek, neden ve etmen arasındaki farka dikkat çekmeye çalışır. Genlerden, sinapsların değin süren modülasyon ile organizma hem içeride hem de dışarıdan sürekli olarak dönüşmektedir. Bu değişim organizma ile de sınırlı kalmaz. Çevre olarak adlandırdığımız fiziksel dünya da organizmanın kendisi tarafından dönüştürülmektedir.
Atomcu ve indirgemeci önyargıları aştığımızda ve organizma ile çevresi arasındaki gerçek ilişkiyi doğru bir şekilde incelediğimizde, karmaşık ve zengin bir ilişkiler ağı olduğunu görürüz.
Organizmayı organizma yapan şeyler ve çevresi ile girmiş olduğu dönüşüm Lewontin’in başka bir kitabı olan Üçlü Sarmal’da verdiği kek analojisi ile ele alınabilir: Bir kek piştikten sonra onu oluşturan malzemelerden fazlasıdır, malzemeler birbiriyle süreç içerisinde ilişki kurarak dönüşmüştür, bu yüzden pişmiş kek onu o yapan malzemelerin başlangıçta oldukları şeyler olarak yeniden ayrıştırılamaz.
Bu bağlamda Lewontin’in organizma ve çevrenin dönüştürücü ilişkisine dair yaptığı vurguyu gözardı ettiğimizde biyolojik determinizm (belirlenimcilik) hatasına düşeriz. Şu üç düşünce biyolojik determinizmi ortaya çıkarır4:
Doğuştan gelen farklılıklardan dolayı temel yeteneklerde farklılaşılması
Bu farklılıkların biyolojik olarak miras alınması
İnsan doğası sebebiyle hiyerarşik toplumun kaçınılmaz olması
Bu fikrin toplumsal bağlamda düşünüldüğünde çok ciddi siyasi sonuçları vardır; toplumsal eşitsizlikleri doğal ve değişmez olarak göstermeye çalışırken sıklıkla faydalanılacak bilimsel bir meşrutiyet aracı sunar.
“Biyolojik olan her şeyi doğa vermiş, bilim de kanıtlamıştır. Biyoloji değişmezdir; bu nedenle üzerinde tartışılamaz.”5
Genç beyinleri suçun, tembelliğin, alkolizmin ve ensest ilişkinin doğuştan ve kalıtsal olduğuna ikna etmek için akademik kurgu çalışmaları yapılır. Adolf Hitler’in sürdürdüğü Öjeni hareketi dahi böylesi bir fikrin sonucudur. Nitekim Hitler, kalıtsal hastalığı olan nesillerin önlenmesine ilişkin çıkardığı yasa tasarısıyla, zeka geriliği, kalıtsal sakatlık, alkolizm, şizofreni gibi hastalık sahibi binlerce bireyi kısırlaştırmıştır.
Kalıtsal ile değişmez olan arasında daimi bir kafa karışıklığı vardır; insanların toplumdaki konumlarının sabit, değişmez ve hatta adil olduğuna ikna etmek için kullanılan en büyük biyolojik-ideolojik silahlardan biridir bu. Alkolizme ya da kansere neden olan genleri bulduğumuzda tüm problemlerimizin hallolacağına inandırıldık. Oysa mesele, genetik benzerliği çevresel benzerlikten ayırmaktır.6
Organizmaların bulundukları çevrede hayatta kalmaları sadece ona uyum sağlayıp sağlayamamalarıyla alakalı değildir; organizmaların çevrelerinin, bu organizmalar yaşadığı müddetçe sürekli olarak yeniden inşa edilmesidir.
Organizmalar çevrede yaşamaz, onu yaratırlar. (…) Dünyayı değiştirmeden yaşayamayız.7
Bu yüzden sanıldığının aksine bir organizmadaki her genin bütün moleküler özelliklerini bilsem dahi, organizmanın nasıl bir şey olacağını öngöremem.
Künye
Lewontin, R. (1. Baskı). İdeoloji Olarak Biyoloji. (C. Adanur, Çev.). Kolektif Kitap.
s. 19
s. 99
s. 50
s. 36
Ek Kaynak: Lewontin, Genlerimizden İbaret Değiliz, s.25
s. 46
s. 94-99
Lewontin'in bilime katkıları ortada, ama ben bu tartışmada Edward Wilson'ın, S. Pinker'ın, Dennet'ın, Dawkins'in, Matt Ridley'in metinlerini, sorularını daha bilimsel, daha ilham verici buluyorum. Lewontin politik kimliğinin yanında bir retorik ustası, bazen Robert Trivers'a ''ırkçı'' diyecek kadar ''indirgemeci'',rakiplerine onlara ait olmayan ayrımlar atfedecek kadar haklı olmayı istiyor sanki, sahte dikotomiler, psuedo profound retorik çözümlemelerden çok besleniyor. Pinker'ın ''Boş Sayfa'' kitabındaki konu ile ilgili chapter bence çok iyi bir çerçeve.
İçerik ve emekleriniz için teşekkürler.
Dilara hanım felsefe ile ilgileniyorum. İdeoloji Olarak Biyoloji başlığına önyargılı bakmıştım. Ancak yanılmışım. Şimdiye kadar ki tüm makalelerinizi severek okudum. Bana yeni bakış açıları kattı. Bu şekilde de devam edecek gibi görünüyor. Teşekkür ederim.