Merhaba kulüp üyeleri!
Umarım ayın kitabı üzerine düşünümleriniz yolunda gidiyordur. Benden her pazartesi aldığınız bu mailler, umarım bir nevi hatırlatıcı ve teşvik mahiyetinde iş görüyordur
Eylül ayının kitabı bildiğiniz gibi, Türker Kılıç’tan Yeni Bilim: Bağlantısallık ve Yeni Kültür: Yaşamdaşlık idi. Bu vesile ile henüz okumayanlarınız veya gözden kaçıranlarınız varsa diye bugüne kadar konuyla ilişkili yayınladığım sayıları hatırlatmak isterim.
Sayı 1: Türker Kılıç'tan Yeni Bir Bilim Anlayışı
Sayı 2: Video, Podcast gibi öneriler içeren kürasyon
Sayı 3: Kitapla Yeniden Tanışma: Hermeneutik Bir Düşünüm
Bugünkü sayıda geçen hafta pazartesi başladığımız “genişleme” misyonumuza uygun olarak bağlantısallık konusuyla farklı ilişkilendirme biçimleri yoklayacağız. Geçen sayıda Hermeneutik’e bakmıştık. Şimdi ise vaadedildiği gibi konu Zen…
Doğrusu bu bülteni yazarken çok heyecanlıyım, çünkü doğrudan benim bir anıma dayanıyor. Hadi başlayalım!
Zen 101
"Aydınlanmadan önce odun kes, su taşı. Aydınlandıktan sonra odun kes, su taşı.”
— Zen Deyişi
Geçtiğimiz sene Felsefenin İzinde Yolculuk adlı gezgin projemin bir parçası olarak Japonya’daydım. Kyoto’da Miyoshinji isimli bir Zen tapınağındaki bir kampa katılmıştım. Kısa sürmesine rağmen çok şey öğrendiğim bir süreçti. Nitekim tapınağın rahibi, Taka, Amerika’da iyi bir eğitim almış, master yapmış, birkaç dil konuşan ve en önemlisi felsefe ile ilgilenen biriydi. Bu yüzden orada kaldığım birkaç günlük süre boyunca yaptığımız tüm oturumlarda farklı Batılı filozoflara da referans vererek konuşuyordu. Gözümden çıkan yıldızları tahmin ediyorsunuzdur…
“Zen ne peki önce biraz ondan bahsetseydik, sonra bağlantısallıkla ilişkisini kurgulardık!” diyenleriniz olabilir haklı olarak. O yüzden kavramı ilk kez duyanlar için kısaca Zen’den. bahsedelim.
Meditasyon okulu Zen, Buda Gautama'nın öğreti geleneğine dahil. Budist düşüncenin Uzakdoğu'ya doğru uzun yol alışının meyvesi olarak görülebilir. Aslen bir Çin Mahayana Budizmi biçimidir. Maha, “büyük", yana "araç" demektir. Dolayısıyla Mahayana, büyük araç/vasıta anlamına gelir. Bir kurtuluş yolu olarak Budizm, canlıları acı dolu varlıklarından çıkarması beklenen bir araç hazırlar. Buda'nın öğretisi bu nedenle bir gerçek değil, bir "araçtır", yani he defe ulaşıldıktan sonra gereksiz hale gelen bir araç. 1
Bu yüzden Zen ustalarının “Buda’yı öldür!” şeklinde bir sözleri vardır. Maksat aracı ve ya bu aracı şekillendiren kişiyi kutsallaştırmak değil; araçla amacı karıştırmamaktır. O yüzden Zen Budizm’inde kutsal bir kişiden bahsedilmez.
“Zen şudur!” iki nokta üst üste diyebileceğimiz bir tanımımız yok. Hatta “Bu Zen’dir, dediğiniz an o şey Zen olmaktan çıkar.” denir. Neden? Dilde kullandığımız kavramlar, temsil etmek üzere var olduğu şeye göre her zaman noksandır. Çünkü bir kavramlar, soyutlamalardır ve dolayısıyla gerçekte olan farkı indirger. Dahası, hayatın bütün akışkanlığına, değişimine rağmen kavramlar mutlaktır. Bu yüzden dildeki temsiller olsa olsa ikinci dereceden temsili bir gerçeklik yaratırlar.
Zen öğretisinin amaçladığı şeyden fersah fersah uzaktır bu durum. Zen kavramı bile temsil etmek üzere var olduğu şeyi tam olarak ifade edemez. Çünkü vurgulanmak istenen zihinsel bir içerik ve soyut / aşkın bir temsil değil; -olma halidir.
Kavramlar ve genel olarak zihnin tüm içerikleri, Zen bilgelerine göre uyanışa engel oluşturduğundan Zen Budistleri akıl yürütme ve mantıktan kurtulmaya çabalarlar. Bu yüzden
"Biçimin içine gir, biçimden çık ve özgürlüğünü bul." denilir. Biçime gir, ne olduğunu idrak et, sonra o biçimden yani zihinsel yargılarından kurtul, işte orada özgürlüğü bulacaksın.
Lin-Chi’nin şu sözleri Zen’in ne olduğunu daha iyi açıklayacak:
“Budizm’de hiçbir zorlama yoktur. Olduğunuz gibi olunuz. Hepsi bu kadar... Karnını doyur, bağırsaklarını güzelce boşalt, çişin gelince işe, yorulunca da git yat. Cahiller bu sözlerime gülecekler ama bilgeler ne demek istediğimi anlayacaklar.”
Ya da bir başka hikaye…
Bir keşiş, Usta Zhaozhou'ya "Bu manastıra yeni girdim. Lütfen bana talimatınızı verin!" der.
Usta Zhaozhou, "Yemek yedin mi?" diye sorar. Keşiş, "Evet." der. Zhaozhou, "O zaman git ve kaseni yıka!"
İşte bu Zen’dir.
Yaşamı her haliyle ne ise o olarak kabul etmek soyutlamamak, teorikleştirmemek, ötesine berisine anlam eklememek ve yaşamak. Zen’i bir isim olmaktan ziyade bir fiil gibi düşünmüşümdür bu yüzden.
Zen’de Birey
Bahsettiğim Zen tapınağındaki keşiş Taka’nın Zen ve genel olarak Japonların yaşam felsefesi söylediği iki şeyi unutamıyorum.
Japon tarihinde 1603-1868 yıllarını kapsayan Edo dönemi veya Tokugawa dönemi olarak adlandırılan bir dönem var ve bu dönemin en önemli özelliği ülkenin dışarıya kapalı olması. Kendi kültürlerini ve değerler sistemlerini Batı tarafından yozlaştırılmasını engellemek adına ülkenin dünya ile bağlantısını tamamen kesiyorlar. Japon halkı dışarıya çıkamıyor ve hiçbir yabancı da içeriye giremiyor.
19. yüzyılda Amerikanların türlü ihtiraslı girişimi sonrasında yeniden dünya ile ticari ilişkilen geliştirmeye başlayan Japon halkı, 200 senelik bbu kapanma sonrasında İngilizce öğrenmeye başlıyor.
Ve farkediyorlar ki, bir kelimenin tam olarak Japonca’da karşılığı yok, Individual — yani bireysel, ferdi olan.