Merhaba Sevgili Kulüp Üyeleri!
Mart ayı 5 haftaymış! 😅 Bültene böyle başladığım için kusura bakmayın fakat dört haftalık bir kulüp programı takip ettiğimiz için bu ‘fazla hafta’, programda ufak revizeler yapmamızı gerektiriyor.
Bu bültende merakla artan önümüzdeki aylar programına dair bilgilendirme yapacağım. Bunu normalde son haftaya bırakabilirdim fakat yurtdışında yaşayan üyelerin kitapları temin etmeleri zor olduğu için onlara zaman tanımamız gerekti.
Dahası, ilk kez bir şey deneyeceğiz. Zerdüşt üzerine iki üyemizin yazdığı yazıları bu bültende sizinle paylaşacağım. (Bu konuya aşağıda tekrar geleceğim.)
🙌🏻 Bu yüzden yeni Mart planımızda:
📚 24 Mart Pazartesi kitabın ikinci yarısına dair uzun bir kitap bülteni
🎙️ 31 Mart Pazartesi günü ise canlı yayınımız olacak.
Baharda Kulüp Programı
Schopenhauer ve Nietzscheli yoğun kıştan sonra artık baharla biraz tüm bu bilgilerin pratik hayatta nasıl yansıma bulacağına dair yaşam felsefesi pratikleri üzerine çalışan çağdaş isimlere dönelim istiyorum. Bu yüzden üç öneri sunacağım. Aslında bu önerilerle bir çerçeve çizmiş olacağım, hep birlikte seçmiş olmayacağız ama bu zaten pratikte imkansız gözüküyor… Ama en azından üyeler olarak kitabı veto etme hakkınız var. Başka bir öneri isterseniz lütfen oy veriniz! :)
1️⃣ İlk önerim bayılacağınızı düşündüğüm, Frédéric Lenoir’den Neşenin Gücü.
Kitabın yazarı Frédéric Lenoir, École des Hautes Études en Sciences Sociales'den sosyoloji alanında doktora derecesine sahip bir filozof, sosyolog ve dinler tarihçisi. 50'den fazla kitap yazmış ve eserleri birçok dile çevrilmiş. İlgi alanlarımız o kadar benzer ki yazarla; Spinoza, Budizm… mutluluk üzerine bir kitap yazsaydım aşağı yukarı böyle olurdu diyorum bazen.
Frédéric Lenoir'un "Neşenin Gücü" (La Puissance de la Joie) adlı kitabı, neşeyi hazdan daha yoğun ve derin, mutluluktan daha somut, yaşam gücümüzün bir tezahürü olarak tanımlar. Lenoir, neşenin emredilemeyeceğini, ancak evcilleştirilip, kışkırtılıp, yetiştirilebileceğini sorgular. Yazar, arzunun gücüne ve yaşamın tüm yönlerine rıza göstermeye dayanan bir bilgelik önerir. Bu yaklaşım, yapay mutluluk arayışına karşı durarak, yaşamın tüm acılarını kucaklayan ve onları dönüştüren bir neşe bilgeliğini savunur.
Kitap, Bilge Kültür Sanat Yayınevi’nden çıktı. Zaman zaman iletişimimin olduğu beni güzel çalışmalardan haberdar eden bir ekipleri var. Bu yüzden onlara stok durumunu sorarak onlara katkısı olması için nereden almamızı tercih ederler diye sordum. Buradan, Amazon’dan alabileceğimizi söylediler. Buradaki stoğu arttıracaklarmış.
2️⃣ İkinci önerim pratik yaşam felsefesi denildiğinde akla gelen ilk isimlerden biri olacak, Pierre Hadot'dan Yaşam İçin Felsefe.
Pierre Hadot’nun Yaşam İçin Felsefe adlı kitabı, felsefeyi yalnızca akademik bir uğraş olarak gören anlayışa meydan okur. Ona göre felsefe, sadece teorik metinler üretmek veya soyut sistemler inşa etmek değil, aynı zamanda yaşamı dönüştüren bir pratiktir. Antik çağ filozofları için felsefe, nasıl daha iyi yaşanacağını sorgulayan bir yaşam sanatıydı. Modern dünyada bu öz kaybolmuş gibi görünse de Hadot, felsefeyi tekrar bir yaşam pratiği olarak düşünmeye çağırıyor.
Kitap, felsefenin tarih içindeki dönüşümünü anlatırken, sadece felsefecilere değil, hayata daha bilinçli bakmak isteyen herkese hitap ediyor. Goethe’den Rilke’ye, Stoacılardan Epikürosçulara uzanan geniş bir perspektifle, bilgeliğin peşinde nasıl yürünebileceğini gösteriyor. Ona göre, hayatın içinde sürekli bir şeyleri beklerken, aslında yaşamayı erteliyoruz. Oysa felsefe, “şimdi”ye daha dolu dolu bakabilmenin, her anı bilgelikle yaşayabilmenin anahtarlarından biri olabilir.
Kitap, Pinhan ve Ayrıntı gibi birkaç yayınevinden çıktı. Fakat çevirmeni aynı kişi, Kağan Kahveci. Kağan, benim Mimar Sinan GSÜ’den sınıf arkadaşım, çalışmalarını merakla takip ettiğim bir felsefeci. Kitabın yazarı Hadot’un fikirleri ile de bir süre içli dışlı olduğunu biliyorum, bu yüzden daha güvendiğim bir tercüme olamazdı. Hangi yayınevindeki baskıyı alacağınız size kalmış ama bendeki Ayrıntı’dan çıkan baskı.
3️⃣ Haziran’da direkt felsefe tarihinden kanonik bir kitap okuyalım istiyorum. Çünkü bu iki aylık arka planla bir metni kendimiz yorumlamaya girişmek gerekli… Bu yüzden üçüncü olarak, kulüpte mutlaka bir ara yer alması gereken Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik’ini öneriyorum.
Hayatta iyi bir insan olmanın, erdemli yaşamanın ve mutluluğa ulaşmanın yolu nedir? Aristoteles’in Nikomakhos’a Etik adlı eseri, bu sorulara verdiği derinlemesine yanıtlarla, yüzyıllardır insanlığın ahlaki pusulasını şekillendiren en önemli metinlerden biri oldu. Aristoteles’e göre etik, soyut bir teori değil, doğrudan yaşamın kendisine dokunan bir pratiktir. Ona göre erdem, alışkanlıklarla inşa edilir; iyi bir yaşam, rastlantısal bir şans değil, bilinçli bir seçimdir.
Nikomakhos’a Etik’i, vakti zamanında akademide Bilgesu Yayınları’ndan çıkan Saffet Babür çevirisiyle okumuştuk, dolayısıyla bende de bu baskısı var.
3 aylık programa dair önerilerim bunlar. Geri dönüşlere göre birkaç güne şekilleneceğimizi umut ediyorum. Şimdi üyelerden gelen yazılara bakalım.
Sizden Gelenler…
Kitap Kulübü, adı üstünde bir kulüp olma arayışını temsil ettiği için sizi de yazmak, sunum yapmak, önerilerde bulunmak konusunda teşvik etmek istiyorum. Bu yüzden şu sekmedeki ücretli üyelere özel sohbet odasında, konuya dair yazı yazmak isteyen üyelerin yazılarını bu bülteni takip eden 15 bin okuyucu ile paylaşabileceğimi söylemiştim. İki yazı aldım, çok heyecan verici. Şimdi başka yazarların kaleminden Zerdüşt’e yeniden bakalım.
The Fountain (Kaynak) Filminin Nietzsche’nin Fikirleri Üzerinden İncelenmesi
Yazar: Olcay @ceresemyaza
Bu incelemede The Fountain filminin bende canlandırdığı düşüncelere yer vereceğim. Bir başkasında bunları canlandırmıyor olabilir ve bence, işin güzelliği de burada.
The Fountain’e Kısa Bir Bakış
Üç farklı zamanda geçen The Fountain ölüm, aşk ve ölümsüzlük gibi felsefenin de sıkça üzerinde durduğu konuları, kendine tema edinen bir yapımdır. Bahsi geçen üç farklı zaman: 16. yüzyıl, 21. yüzyıl ve 26. yüzyıldır.
1. İspanyol Konkistador Tomas ve Kraliçe Isabella (16.yüzyıl)
İspanyol Engizasyonunda, topraklarının elinden alınmakla ve hatta öldürülmekle tehdit edilen Kraliçe Isabella, konkistadoru Tomas’ı, İspanya’nın kölelikten kurtulmasının tek anahtarı olarak inandığı ve özünü içene ölümsüzlük bahşeden Hayat Ağacı’nı araması için Maya ormanlarına gönderir. Tomas, Hayat Ağacı’nın bulunduğu tapınağı bulsa da düşündüğünden farklı bir sonuçla karşılaşır.
2. Bilim İnsanı Tommy ve Izzi (21.yüzyıl)
Bilim insanı Tommy, kanser hastası eşi Izzi için çaresizce bir tedavi yöntemi aramaktadır. Mayaların kutsal kabul ettiği bir ağacın özünü kullanarak yaşlanmayı durdurma potansiyeline sahip bir keşif yapar, ancak bu Izzi'yi kurtarmak için yeterli değildir. Tommy, tümörü küçültecek tedaviyi bulmak için zamanla yarışırken, Izzi ölümü kabullenmiştir. Hayata veda etmeden önce, yarım kalan kitabının sonunu Tommy’nin tamamlamasını ister.
3. Zaman Gezgini Tom ve Xibalba (26.yüzyıl)
Filmin en mistik bölümü olan 26.yüzyılda, zaman gezgini olan Tom, yanında ölmekte olan bir ağaç (Izzi) ile bir küre içinde uzayda seyahat etmektedir. Tom’un amacı, ağacı Xibalba’ya ulaştırmaktır. Tom, Xibalba’ya ulaşarak hem kendisi hem de sevdiği için sonsuz bir yaşamı arzulamaktadır. Fakat bunu ulaşabilmek için Xibalba’nın asıl anlamını kavraması gerekecektir.
Apollon (Tommy) ve Dionysos (Izzi)
Bu bölümde The Fountain’in iki ana karakteri olan Tommy ve Izzi’nin Nietzsche felsefesindeki Apollon ve Dionysos bağlamında neleri temsil ettiğinden bahsedeceğim fakat ilk olarak, nedir bu Apollon ve Dionysos?
Apollon düzenin, ölçünün ve aklın tanrısıdır. Sanatta ve yaşamda biçimi, simetriyi ve dengeyi temsil eder.
Dionysos ise şehvetin, tutkunun ve içgüdülerin tanrısıdır. Yaratıcı enerjiyi simgeler.
Hıristiyan teolojisi, insanların Apolloncu tarafını benimsemesini gerektiğini, sürekli bir tevazu halinde bulunulması gerektiğini dikte etmiştir. Çünkü aksi halde yani Dionysosçu bir tavır takınmanın insanı günaha ve küfre sürükleyeceğine inanmışlardır. Oysa insan, yalnızca mantık ve ölçüden ibaret değildi; duygu, zevk ve şehvet de onun ayrılmaz parçalarıydı. Bunun farkında olan Nietzsche, Dionysos’u müjdeledi ve insanın, insan yarısını öldürmeye kasteden Hıristiyan teolojisine baş kaldırdı.
“ Y o k e t m e zevkini, yok etme g ü c ü m e uygun bir ölçüde tanıyorum, - her ikisinde de hayır demeyi evet demekten ayırmayan Dionysosçu doğama itaat ediyorum. İlk a h l a k k a r ş ı t ı y ı m ben: böylelikle kusuruz bir y o k e d i c i y i m.” -Ecce Homo, s.111
Nietzsche’ye göre insanın Dionysosçu tarafını öldürmek, yaşam ateşini ve yaratıcı edinimini öldürmek anlamına geliyordu. Bu da insanı köleleşmeye mahkûm ediyordu çünkü; yaratma edinimden mahrum olan insan, kaçınılmaz olarak köleleşmek zorundaydı.
Filmin ana iki karakteri Tommy ve Izzi, yukarıda bahsettiğim ikilemin, yansıyan en güzel örneklerindendir. Bu iki yüzlü madalyonda Tommy, Apolloncu tarafı temsil ederken Izzi, Dionysosçu tarafı temsil etmektedir.
Tommy, bilime ve mantığa bağlı bir yaşam sürerken Izzi, daha insani ve duygularını da ortaya katan bir yaşam tarzı sürmektedir. Izzi’nin cenazesinde “Ölüm de diğerleri gibi bir hastalık ve tedavisini bulacağım.” diyen Tommy için ölüm doğal bir süreç değil, hastalıktır. Oysa Izzi için ölüm, doğal bir süreçtir ve insan, bu gerçekliği kucaklamalıdır. Izzi’ye göre insan ancak böyle huzur bulabilir.
“Ölüm, boyun eğmek için bir yoldur.” -The Fountain
Filmin ilk sahnelerinde Izzi, Tommy’e senenin ilk kar tanesinin düştüğünün ve dışarı çıkıp onunla oynamak istediğini söyler. Fakat Tommy, çalışması gerektiğini söyleyerek Izzi’yi reddeder. Daha sonra peşinden gitmek için yeltense de kapının eşiğinde durup tekrar çalışmaya döner. Bu sahne, Tommy’nin Apolloncu özelliklerini yansıtır. O, kaosa ve bilinmezliğe teslim olmak yerine her şeyi akıl ve rasyonaliteyle çözmeye çalışan bir figürdür. Ancak bu Apolloncu bakış açısı, anın değerini bilememesine ve her şey elinden kayıp gittikten sonra kıymetinin farkına varmasına sebep olacaktır.
Bengi Dönüş
Bu bölüme “varoluşçu bir test” ile başlamak istiyorum. Hazırsak?... Sonsuz kez içinde bulunduğunuz hayatı yaşadığınızı yani her anın, her seçimin, her duygunun kısaca hayatınızın içindeki her şeyi tekrar tekrar yaşadığınızı düşünün. Hiçbir farklılık olmadan. . . . Düşündünüz mü? Bu fikir, size korkunç mu geldi yoksa halinizden memnun musunuz?
Bu, Nietzsche’nin bengi dönüş fikrinin özüdür. İnsan hayatını kendi ellerine almalıdır ve sonsuz kez yaşayacağını bilerek bundan pişman olmadan yaşamalıdır çünkü insan, yaşamının zirvesine ancak onu bir kez daha yaşamayı isteyerek yani sonsuz bir Evet’lemeyle ulaşabilir.
Nietzsche’ye göre insan, ancak yaşamını tamamladığı zaman ölüm korkusu ortadan kalkar. Yok oluş ancak olumlanabildiğinde korkutuculuğunu yitirebilir.
“Bana öyle geliyor ki biz, tüm hayatımız boyunca bütüne ulaşmak için çabalarız. Öldüğümüzde yeterince tamamlanmak, bir nebze lütfa erişebilmek için. Çoğumuz bunu başaramayız. Çoğumuz dünyaya geldiğimiz gibi gideriz, çırpınarak ve çığlık atarak. Ama bir şekilde, Izzi bu kadar genç olmasına rağmen bu lütfa erişti. Son günlerinde, o tamamlandı.” – The Fountain
Yaratma Eylemi Olarak Ölüm: Xibalba
Xibalba, Maya mitolojisinde ölülerin ruhlarının gittiği yer altı dünyası yani ahiret olarak tasvir edilir. Maya kutsal kitabı olan Popol Vuh’ta ruhların Xibalba’ya gidebilmesi için “Çatallı Yol” denilen üç ana geçitten geçmesi gerekir. Bu üç ana yol önemlidir çünkü yolların anlamları Nietzsche’nin “Tinin Üç Dönüşümü” öğretisine benzer.
1. Kara Yol (Camino Negro)
Kara Yol, sisli ve kasvetli olarak tasvir edilir ve buradaki karanlık güçler, yolcu ruhları korkuya sürükleyerek kaybolmaları için çabalar. Kara yol tıpkı Nietzsche’nin Deve’sine benzer çünkü Kara Yol’da ruh, belirsizliklerle dolu bir sınavdan geçerken dışsal korkuyla mücadele etmesi gerekir. Buna benzer olarak Deve de dışsal otoritenin yüklerini sırtlanır ve bu yüklerle yolculuğuna devam eder.
2. Kırmızı Yol (Camino Rojo)
Kırmızı Yol, kan ve fedakarlıkla ilişkilendirilir. Nietzsche’nin Aslan’ı gibi ruh burada korkularıyla yüzleşmesi ve eski zincirlerini kırmak için cesur olmalıdır. Kan burada metaforik eskiyi öldürmeyi temsil eder.
3. Beyaz Yol (Camino Blanco)
Beyaz taşlardan oluşan bu yol, aydınlanmayı ve bilgeliğe ulaşmayı temsil eder. Fakat her şeyin iyi olduğu bir yol değildir aksine yanılgılarla doludur. Bu yol Nietzsche’nin Çocuk’u gibi saflığı ve yeniden doğuşu temsil eder. Buradaki ruh tuzakları aşarak Xibalba’ya layık olduğunu kanıtlarken Çocuk da Aslan’ı yıktıktan sonra her şeyi yeniden inşa eder.
The Fountain’de Xibalba, klasik Maya mitolojisindeki ölüm diyarından bir miktar farklı bir anlam kazanarak ölüm ve yeniden doğuşu temsil eden bir mekâna dönüşür. Xibalba direkt olarak ölüm ve yeniden doğuşu temsil eden bir yer değildir orası bir öte dünyadır fakat Maya mitolojisinde ölüm, sadece bir sonu değil yeniden başlangıcı da temsil eder bu nedenle Xibalba, dolaylı yoldan ölümü ve yeniden doğuşu da temsil etmiş olur.
The Fountain’de zaman, doğrusal olmayıp tıpkı bengi dönüş fikrinde olduğu gibi döngüseldir ve hepsi iç içe geçmiştir. Tomas, Tommy ve Tom fark etmeksizin bütün yaşamlarında aynı hataya düşmektedir: Ölümü yenmek.
Xibalba’ya giden üç yolu kısmen görmüş oluyoruz. İlk yol olan Kara Yol’u Tommy’nin karakterinde görmekteyiz. Tommy'nin bilimle olan bağı dogmatik bir yaklaşım içermektedir ve ölümü yenmek için sürekli olarak çalışmaktadır. Bilime, sorgulayıcı bir bakış açısıyla değil bir yük gibi sırtına bağlamıştır.
Kırmızı Yol’la Tomas’ın tapınak sahnesinde karşılaşırız. Tapınağın içinde Mayalı askerler Tomas’ın karşısına çıkar ve beraber girdiği iki adam kaçarken Tomas cesur bir şekilde onlarla savaşmaya çalışır ve bu cesaret karşısında Mayalı askerler savaşmayı bırakıp el birliğiyle Tomas’ı merdivenlerden yukarı taşır. Bu askerler, eski zincirleri temsil etmektedir. Onları yenmek için cesaret gösteren Tomas, ikinci yolu da aşmıştır fakat Beyaz Yol'da, Hayat Ağacı'nın koruyucusu Tomas'ı karşılar. Tomas, Aslan olup zincirleri kırmış olsa da henüz yeni bir şey yaratmak için Çocuk olamamıştır. Bundan dolayı koruyucu tarafından içeri alınmaz ve ölür. Koruyucu ona burada “Ölüm, boyun eğmek için bir yoldur.” der.
Film boyunca Tomas, Tommy veya Tom fark etmeksizin, bu karakterlerin ölümü yenmeye çalışmasını yani ölümsüzlük fikrine olan direncini görüyoruz. Bu direnç sürdükçe hiçbir şey tamamlanmaz ve zaman sonsuz bir döngü içinde yinelenir.
Izzi’nin ölümünden sonra Tommy, kabullenme aşamasına gelene kadar mücadele etmeye devam eder. 26. yüzyılda Tom, Izzi’ye bakarak “Artık öleceğim.” dediğinde, ölümü kabul etmiştir. Bu sahneden sonra tekrar Tomas’a karşımıza çıkar ve yine koruyucu ile karşılaşır. Koruyucu, Tomas’ı gördükten sonra saldırmak isterken karşısında ölümü kabullenip, tamamlanma lütfuna erişen Tom’u görür ve onun önünde diz çökerek Hayat Ağacı’na gitmesine izin verir. Hayat Ağacı’nın bulunduğu yere giden Tomas, aç gözlü bir şekilde ağacın özünü içmeye başlar ve bu aç gözlülüğünün bedelini ölerek ve tekrardan ağaç olarak yani hayata dönerek öder. Her şeyi doğru yapmış gibi görünse de aç gözlülük ve doğaya hükmetme isteği yüzünden hayat, tekrardan sıfırlanmıştır
Gerçek bir kabule kadar hayat, sonsuz bir şekilde tekrar etmeye devam edecektir. Bunu ancak Tom ve onun sayesinde Tommy, gerçek bir kabulle çözebilecektir. Değiştirmeyeceği şeylere evet diyerek ve ölümsüzlüğün bireysel yaşamı uzatmak değil, döngüsel dönüşüm olduğunu bilerek Xibalba’ya ulaşacaktır.
Her Şeye Bir Son
İnsan, ölmekten korkar ve bu doğaldır ama unutulmamalıdır ki ölüme karşı bir çaremiz yoktur. Pelin Dilara Çolak’ın bir videosunda dediği gibi “Olana isyan etmenin hiçbir şeyi değiştirmeyeceği durumda, olanı evetlemekten daha iyi bir fikir olabilir mi?”
Belki de ölümsüzlük, ölümsüz bir an yaratabilmekti veya anın kıymetini bilebilmekti. Belki de sadece “evet, ölüm var.” Diyebilmekti.
Buraya kadar vakit ayırdığınız için teşekkür eder, filmin müziklerini dinlemenizi tavsiye ederim.
Sevgiler, Olcay
Metaforlarla Zerdüşt
Yazar: Selim Başbuğ
Planım, Zerdüşt’ü tanıtırken yaratıcısı olan Nietzsche’den başlayıp, Zerdüşt’ün kim olduğunu kısaca özetleyerek sizleri Zerdüşt’ün anlatı sağanağında bir anlatı şemsiyesiyle korumak ve biraz da fikir vermeye çalışmak.
Nietzsche, 1844-1900 yılları arasında yaşamış. O günün dünyasında anlaşılmak istemiş fakat anlatıları ve düşünceleri tam olarak anlaşılamamış. Belki biraz da dışlanmış hissetmiş olabilir. 24 yaşında Basel Üniversitesi’nde dil bilimi öğretmeni olarak atanmış, fakat 10 yıl kadar sonra sağlık nedenleriyle istifa etmiş. Üniversite yıllarında yaşadıklarına dair bir pasaj bulunuyor Zerdüşt’ün sözleri arasında. “Bilginler Üzerine” başlıklı kısımda bilginleri koyunlara benzetip, koyunların kendisi hakkında “Zerdüşt artık bilgin değil” dedikleri söyleminden dışlanmış olduğunu hissedebiliyoruz. Yaşamı hakkında genel bir yorum yapmak gerekirse, en büyük kaygısı ve hüznünün sebebi, anlaşılamamak.
Zerdüşt’ü dinlemeye devam ettiğimizde, Zerdüşt kendisini mağara ve ormanda inzivaya çekilmiş bir kurtarıcı, belki de bir peygamber olarak tanımlıyor. Toplumu iyiye ve doğruya, “Üst İnsan” olma yolculuğuna çağırmak için onların arasına, şehirdeki kalabalığa inerek sesleniyor. Önce “Üst İnsan” tanımını ipin üzerindeki cambaz metaforuyla anlatmaya çalışıyor bizlere. “Tanrı öldü ve fikirleri de öldü” diyerek halkın içine giriyor ve onları Zerdüşt’ün yoluna çağırıyor. Cambaz metaforunda, ipin iki ucu arasında dengede kalmaya çalışan bir insan görüyoruz. Hem insanların gözünün üzerinde olduğunu ve herkesin onun düşmesini beklediğini bilerek yolda yürümeye cesaret ediyor hem de ipin üzerinde olmanın özgüveniyle bir yolculuğa çıkıyor. Tabii ki, cambazı bu yoldan alıkoymak isteyenlere Zerdüşt’ün birçok cevabı var. Kimse onu dinlemese de o anlatmaya devam eder. Bu sırada cambaz yere düşer ve herkes sadece dalga geçer. Ama Zerdüşt, ona duyduğu saygıdan dolayı bedenini ormana kadar taşır ve kurtlardan korumak için bir yere gizler. Üst İnsan’a duyduğu saygı ve sevgiyi ne muhteşem bir metaforla anlatmış.
Üst İnsan olma yolculuğunu “Cambaz” metaforu üzerinden anlatan Zerdüşt, süreçteki dönüşümleri de başka metaforlarla açıklamaya devam ediyor. Tinin (bilincin) dönüşümü için “Deve, Aslan ve Çocuk” metaforlarını kullanıyor. Her insan, ilk önce bir Deve’dir. Deve, toplumun yargılarının ve düşünce kalıplarının yükünü sırtında taşır. Deve’den Aslan’a dönüşebilmek için içinde bulunduğu toplumun değerlerini yıkmak, yeniden inşa etmek için yok etme cesareti göstermek gerekir. Belki biraz da öfke veya bir aslan kükremesi ile çabalamak gerekir. Ancak, Deve’den Aslan’a dönüşme sırasında bir “Ejderha” gibi olmamak, yakıp yıkmamak, yok etmemeye dikkat etmekte fayda var. Bir Aslan gibi güçlü ve cesur olup toplumun yargılarını yıktıktan sonra, yok edilenleri bir “Çocuk” gibi, bir çocuğun saflığında ve kendi istemleriyle yeniden yaratmak gerekir.
Üst İnsan olma aşamalarındaki dönüşümlerin yanı sıra, Zerdüşt bir ağaç metaforu da kullanıyor. Çok beğendiğim için yazımda bu metafora özel bir bölüm ayırmak istedim. Birey, “Üst İnsan” yolculuğunda bir ağaç gibi en yükseğe, güneşten beslenebilmek için yükselirken, bir o kadar da aşağıda, toprağın altında köklenmeli ve kuvvetlenmelidir. Çünkü, bir fırtına çıktığında, rüzgârda çatırtayıp kırılmamak için sağlam bir temel gerekir. Bu metafora bir örnek vermek istiyorum. Bilge olma yolunda, sadece öğrenmek ve gelişmek için hedefe ulaşmak yetmez. Asıl olan, köklerini sağlamlaştırmaktır. İnsan, fikirlerinin de kökleri olmalı. Bir ağaç gibi dallanıp budaklansak da amaç yalnızca en yükseğe çıkmak olmamalı.
Zerdüşt, evlilik ve ölüm üzerine söylediği sözlerle de adeta tam anlamıyla bir “Üst İnsan” olmanın ne anlama geldiğine dair birkaç şey daha söylüyor. Zerdüşt, “Ölümünüzde ruhunuz ve erdeminiz ışıldasın hâlâ, tıpkı yeryüzünü saran bir akşam kızıllığı gibi. Aksi hâlde ölümünüz size yaramamış demektir.” diyor. Yani sadece yaşarken iyi olmak yetmez. Öldükten sonra da fikirleriniz ve erdeminiz, “Üst İnsan” yolculuğunda yaşayan havarilerinize ışık tutsun. Evlilik konusunda ise, “Evlilik, iki kişinin onları yaratanlardan daha fazla olan birini yaratma istemine evlilik derim.” diyor. Bir yaratım konusunda söylenmiş daha iyi bir söz duymamıştım: Böyle söyledi Zerdüşt.
Son olarak, Zerdüşt’ü daha iyi anlamak için onu şöyle düşünmenizi isterim: Zerdüşt, Tanrı’nın fikirlerinin ve erdeminin öldüğünü bilen ve daha iyi bir Zerdüşt’lük dinine, yani kendi dinine çağrı yapan bir kurtarıcı olarak düşünülebilir. Söylemlerinde ve anlatılarında bir nefret olduğunu düşünebilirsiniz. Ama aslında içinde, anlaşılamamanın verdiği bir öfke var. Belki de o da bu sözleri söylerken sadece bir Aslan’dır. Toplumun temel yargılarını yıkıyor ve öfkeli bir şekilde eleştiriyor. Kim bilir, belki üçüncü bölüm ve sonrasında bir Çocuk’a dönüşür. Okuyup birlikte göreceğiz.
Sevgiler, Selim
Üyelerimizin yazıları da bu şekilde sonlanıyor. Bunları görmek, okumak…benim için çok keyifliydi. Buranın sıradan bir kitap kulübü değil; metinlerle konuştuğumuz, derinlemesine düşündüğümüz bir yer olmasını arzu etmiştim hep. Sanırım bu amaç yolunda fena gitmiyoruz! 🤓
Gelecek pazartesi görüşene dek meraklı kalın!
Sevgiler, (Bu kez Dilara)
Apollo ve Dionysos taraflarımızı nasıl dengede, bir tarafa tutunmadan deneyimleyebiliriz sorusunu düşünürken. Şunu fark ettim.
Hedonik bir bakış açısından.
Apollo tarafımız sanki ne zaman zevki bırakacağımızı bilmek, gidebilmek, hayır diyebilmek ile alakalı iken Dionysos tarafımız zevki ve akışı kabul edebilmek, hayata kendini bırakabilmek, evet diyebilmek ile alakalı.