Merhaba!
Haziran ayı konuğumuz Frederic Lenoir’den Neşenin Gücü okumanız umarım verimli geçiyordur. Kitap kulübümüzdeki aylık planlamaya uygun olarak ayın bu üçüncü haftası, kitaba dair düşüncelerim ve notlarımı içeren bir yazı hazırladım.
⚠️ Haziran ayı 5 hafta sürdüğü için, online buluşmamızı haftaya değil; ayın son haftası yapmamızın daha iyi olacağı söylendi. Böylelikle kitapla hemhâl olmak için daha fazla vaktiniz olacak.
Bu yüzden 30 Haziran Pazartesi günü Türkiye saatiyle 21:00’de kitaba dair online toplantı gerçekleştireceğiz. Bu canlı oturuma katılabilmek için ücretli üye olmanız gerekiyor. Aşağıdaki sekme aracılığıyla üyeliğinizi yükseltebilirsiniz. Böylelikle tüm eski yazılara, online buluşmaların video kayıtlarına ve üyelere özel sohbet odasına erişebilirsiniz.
🙌🏻 Kitabı hala edinmediyseniz bu sayının sponsoru tamadres.com’dan buraya tıklayarak edinebilirsiniz.
Neşenin Ontolojisi: Bir Felsefi Hatırlama
Günümüz dünyasında mutluluk çoktan bir pazarlama nesnesine, neşe ise çocukluk anılarına hapsedilmiş geçici bir duyguya indirgenmiştir. Halbuki Neşenin Gücü adlı kitabında Frédéric Lenoir, neşeyi yalnızca bir hissiyat olarak değil, bir varoluş tarzı olarak düşünmemiz gerektiğini öne sürer. Lenoir’in iddiası radikaldir: Neşe, insan varoluşunun temel kiplerinden biridir ve onun felsefi imkânı, antikçağdan modernliğe uzanan büyük düşünce geleneklerinde sessizce mevcuttur.
“Neşe, hayatın bir tasdikidir. Yaşama kudretimizin bir ifşasıdır, bu var olma gücüne temas etmede, onu tatmada elimizde bulunan yoldur.” (s.13)
Hazdan Neşeye: Tatminin Devrimi
Kitabın ilk bölümü, haz, mutluluk ve neşe arasındaki farkları çözümleyerek başlar. Haz, Epiküros’un da dikkat çektiği üzere, süreksizdir ve dışsal uyarıcılara bağımlıdır. Mutluluk ise daha kompleks bir düzlemdir; bir tür içsel yeterlilik, özerklik (autarkeia) hali. Neşe ise bunlardan farklı olarak, insanın kendi varoluşunu yoğun bir şekilde hissettiği, bedeniyle, zihniyle ve hayal gücüyle bir bütün olarak dünyaya açıldığı bir haldir. Lenoir, bu ayrımı şöyle formüle eder:
“Haz ve mutluluk dışında, sağda-solda daha az işitilen ve hayatta engin bir memnuniyetin kaynağı olan üçüncü bir hal de mevcuttur: Neşe.” (s.27)
Bu noktada Lenoir’in yaptığı şey yalnızca bir psikolojik ayrım değil, bir ontolojik yeniden konumlandırmadır: Neşe, varlığın artan bir kipidir. Bu anlamda, Spinoza’nın Ethica’sında “sevinç, insanın daha az bir mükemmellik halinden daha büyük bir mükemmellik haline geçişidir” diyen Spinoza’nın doğalcı etiğiyle tam anlamıyla akrabalık kurar.
Neşeyi Düşünenler: Spinoza, Nietzsche ve Bergson
Lenoir’in kitabı yalnızca kişisel ya da spiritüel bir anlatı değildir; felsefi bir soyağacın da izini sürer. Neşeyi düşünmenin zor olduğunu kabul ederek başlar: Çünkü neşe, bir duygu olarak, kavramsal işlenmeye pek elverişli değildir. Ancak bazı filozoflar—Spinoza, Nietzsche, Bergson—bu zorluğun altına girmişlerdir. Lenoir bu üç ismi bir eksen etrafında birleştirir: Yaşama kudreti.
Spinoza neşeyi pasif değil, aktif bir oluş hali olarak tanımlar. Etik, iyilik ya da kötülük gibi aşkın kategorilere değil, yaşamın içkin artışlarına dayanır. Bu noktada Nietzsche devreye girer: Onun “amor fati” doktrini, neşeyi yalnızca iyi olanı değil, acıyı da kapsayacak şekilde hayatı bir bütün olarak tasdik etmek olarak yorumlar. Neşeyi, kaderi sevmekle eşitler:
“Hayatınızı olduğu haliyle sahiden kabul ediyor musunuz? Cevabınız, şayet onu baştan sona aynı şekilde tekrar yaşamaya razıysanız olumlu olacaktır.”
Bergson ise bu hattı evrimsel bir sezgiyle tamamlar: Hayat yaratıcı bir itkidir (élan vital) ve neşe, bu itkinin kendi amacına ulaştığı anlarda duyumsanır. Yaratıcılığınızı kullanabildiğiniz bir işin kurulması, bir şiirin tamamlanması ya da bir insanın kendi potansiyeline yaklaşması... Tüm bunlar neşeyi mümkün kılar.
Neşe Pratiği: Bilgeliğin Duygusal Biçimi
Lenoir’in asıl özgünlüğü, teorik katmanları gündelik yaşama bağlama biçiminde saklıdır. “Neşe emredilemez; yalnızca davet edilebilir,” derken hem etik hem de varoluşsal bir tutumu işaret eder. Neşe, bir irade nesnesi değil, bir zemin meselesidir. Ona davetiye çıkaran şeyler ise şunlardır: Dikkat, yaşanan anda bulunmak, meditasyon, güven, iyilikseverlik, şükran, sebatkarlık ve rıza.
Burada dikkat çeken şey, Lenoir’in Doğu felsefesi pratiklerini Batılı düşünceyle harmanlamasıdır. Thich Nhat Hanh’ın “bulaşık yıkarken sanki Buda’yı yıkıyormuş gibi” yapılmasını önerdiği farkındalık pratiğiyle, Bergson’un yaratıcı neşe anlayışı arasında ince ama güçlü bir bağ kurar. Bu bağ, yaşamın sıradan anlarının dahi birer varoluşsal kutlama alanı olabileceği fikrini temellendirir.
“Taoist düşünce bir ‘yerindelik’ felsefesidir… hayatın akışını benimseyerek eylemde bulunmak.” (s.77)
Lenoir’in kendine özgü katkısı, neşeyi yalnızca bir duygu değil, aynı zamanda bir epistemik açıklık olarak tanımlamasıdır. Neşe halinde insan, yalnızca daha canlı değil, aynı zamanda daha açık, daha duyarlı ve daha kabuldedir. Bu yönüyle ataraxia geleneğinin—acıdan korunmak için arzuyu azaltma idealinin—ötesine geçer:
“Neşe bilgeliği, duygusal ve arzulu bir hayatın yoğunluğunu üstlenmeye meyleder.”
Neşe ve Anlam: Kayıp Zamanı Geri Kazanmak
Bir çocuğun doğal neşesi, hâlâ benliğinin sertleşmediği bir aşamada, kendiliğinden açığa çıkar. Lenoir, bilgeleri ve ermişleri tanımlarken onlarda gözlemlediği bu çocukça sevinci “afacan bir bilgelik” olarak betimler. Neşeyi, yalnızca trajedinin yokluğunda değil, tam da onun bağlamında yaşayabilen bu insanlar, Dostoyevski’nin Kirilov’unda olduğu gibi bir hakikati fısıldar:
“İnsan mutlu olmayı bilmediği için mutsuzdur. Bundan ibaret. Hepsi bu.”
Bu bilgelik, bir geri çekiliş değil; bir katılım biçimidir. Neşe bilgeliği, yalnızca bireysel kurtuluşla ilgilenmez; dünyanın acılarına dokunabilmek için dünyaya yeniden katılma cesaretini taşır. Lenoir bu bağlamda Etty Hillesum’u anar: Auschwitz’e gönderilmeden önce “Hayat yine de güzeldir” diyebilen genç bir kadını. Bu, şüphesiz bir spiritüel romantizm değil, varoluşsal bir duruştur.
Sonuç: Neşe, İçkinliğin Estetiği mi?
Neşe bilgeliği, çağımızın kronik tükenmişliğine karşı bir cevap olabilir mi? Neşeyi yalnızca bir ruh hali değil, bir güç olarak gören bu yaklaşım, çağdaş felsefenin karamsarlığına karşı, Spinozavari bir ışık tutar: Gaudium per potentiam esse — “Neşe, var olma kudretiyle birlikte gelir.”
Eleştiriler: Lenoir Neyi Gözden Kaçırıyor?
Lenoir’in “neşe” anlayışı, içsel bir özgürleşme, kabullenme ve kendinle uyum içinde yaşama fikri etrafında şekilleniyor. Ama burada eksik olan, bu içsel yolculuğun toplumsal bağlamlardan neredeyse tamamen koparılmış olması. Oysa neşe, tıpkı zaman gibi, eşit dağıtılmış bir kaynak değil. Birileri kendi bedeni, emeği ya da duygusal emeği üzerinden geçimini sağlamak zorundayken, bir başkası “şükretmeyi öğrenerek” ya da “farkındalığını artırarak” daha huzurlu bir yaşam sürebiliyor. Neşe, bu anlamda pahalı yoga matı gibi bir şey haline geliyor: huzur vaadiyle pazarlanan, ama çoğunlukla belli bir sınıfın erişebildiği bir nesne olabilir mi?
Bu çerçevede Lenoir’in sunduğu neşe, Frankfurt Okulu’nun “ideolojik mutluluk” eleştirisini akla getiriyor. Herbert Marcuse’ün tanımıyla, sistem kendi çelişkilerini bastırmak için duygu ekonomisini kullanır. Neşenin buradaki rolü, potansiyel bir isyanı ehlileştirmek olabilir: hisset, kabul et, uyum sağla. Ama sakın değiştir diye düşünme.
Ekolojik yıkım, sınıfsal sömürü ya da patriyarkanın gündelik şiddeti karşısında “iç huzuru” yüceltmek, farkında olmadan rıza üretir. Oysa bazı anlarda neşeye değil, öfkeye ihtiyaç vardır. Neşe bir direniş biçimi olabilir, evet. Ama bu, o neşenin toplumsal öfkeyi bastırmak için kullanılmadığı hâllerde geçerlidir. Radikal umutla beslenen bir neşe, dönüştürücü olabilir. Ama naif bir huzura dönüşen neşe, yalnızca statükoyu duygusal olarak taşımamıza yardım eder.
Bu yüzden sorulması gereken soru şu:
Bu neşe, kimin neşesi? Ve neye hizmet ediyor?
İşte bu kısmı online toplantımızda tartışmamız gerek!
💡Müjde: Gelecek Ayların Programı
Kulübün gelecek programı bana kalırsa epey kapsayıcı olacak: Temmuz ayında felsefeye nereden başlasam sorusuna verilebilecek en iyi giriş kitabını okuyacağız. Ağustos ayında ben ilk kez Heidegger yorumlaması yapacağım, epey heyecanlıyım. Eylül ayında ise Türkiye’den pek değerli bir akademisyeni misafir edeceğiz. Analitik, kıta, politika… Felsefe kültürümüzü geliştirmek için şahane olacak!
Şimdilik bu kadar… Sohbet odasını unutmayın! Keşfetmek için buraya tıklayabilirsiniz. Çok ilginç muhabbetler dönüyor. Bu derinlikte bir sohbete alan tutmaktan pek mesudum. 30 Haziran Pazartesi yapacağımız canlı yayınımızda görüşmek üzere.
Sevgiler,
Dilara