Merhaba,
Kulübümüzün dördüncü kitabı olan Byung-Chul Han’dan Yorgunluk Toplumu üzerine okumalarınız umarım keyifli geçiyordur. Bu sayıda kitapta benim altını çizdiğim, online buluşmada üzerine tartışmak istediğim noktaları sizinle paylaşmak istiyorum.
30 Aralık Pazartesi günü 21:00’de yapacağımız canlı yayında üzerine konuşacağımız çok şey var. Bu aralar buluşmalar üç saat geçiyor!😅
Canlı yayına katılabilmek için üye olmanız gerekiyor. Aşağıdaki sekme aracılığıyla üyeliğinizi yükseltebilirsiniz. Üye olduğunuzda tüm eski yazı, buluşma kayıtları ve sohbet odasına erişebilirsiniz.
💡Başlamadan bir öneri!
Çok çalışmanın değil; doğru çalışmanın, hedeflerden hedeflere koşmanın değil; koştuğum yol — yani stratejilerim üzerine düşünme konusunda her zaman ilham aldığım arkadaşım Rustem Temriyev’in Substack bültenini tavsiye etmek istiyorum. Farklı forumlarda hakkında ne denildiğine baktım, şaşırtmadı. Kendisini öğrenmeyi öğretmeye adamış bir insandır! Mutlaka takibe alınız.
Ayrıca kurucusu olduğu Qurio Academy’de İngilizce’yi kendi kendinize öğrenebileceğiniz teknikler anlatıyor. Bu programlarda İngilizce kurslarında pek rastlamadığımız şekilde “STRATEJİ! STRATEJİ STRATEJİ!” diye bağırıyor.😂 Yeni seneye yeni hedefleri olanlar için duyurulur.📌
📚 Şimdi gelelim ayın kitabına…
Kitap hakkında detaylı bir video hazırlamıştım. Girişi biraz sinir bozucudur. O yüzden bu bültende videoda söylediklerimin birebir tekrarına düşmemek adına, (çünkü zaten fikirlerim orada!) kitapta altını çizdiğim/önemli bulduğum yerleri paylaşarak bir nevi özetlemek istiyorum.
Kontrol Toplumundan Performans Toplumuna
“Her çağın kendine has hastalıkları vardır.” Byung-Chul Han, geçtiğimiz yüzyılın disiplin toplumlarına sahne olduğunu ve böylesi bir otoriter rejimin içerisi - dışarısı belirleyerek sınır tayin etme, ötekileştirme politikaları benimser. Bu durumu Han, viral hastalıklara benzetir. Çünkü viral hastalıklar, sağlığımıza bize yönelik dışarıdan gelen bir tehdittir.
Oysa günümüzde modern toplumların karşılaştığı sorunlar, daha çok bireyin iç dünyasında ve kendine yönelik beklentilerinde ortaya çıkıyor. Bu kez dışarıdan bizi tehdit eden, sınırın ötesindeki bir düşman yok. Kendi içimizde kendimizle savaşıyoruz. O yüzden Han, disiplin toplumundan performans toplumuna geçişle birlikte, bağışıklık çağından nörolojik çağa geçtiğimizi vurgular. Bu çağın patolojik manzarası grip değil; Depresyon, Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu, Sınırda Kişilik Bozukluğu ve Tükenmişlik Sendromu gibi rahatsızlıklardır.
Bu hastalıklar disiplin toplumunda olduğu gibi baskıdan veya ötekileştirmeden değil; aşırılığın getirdiği pozitiflikten doğar. Dolayısıyla Han, yorgunluğu sadece biyolojik bir durum olarak değil, aynı zamanda kültürel ve felsefi bir mesele olarak da ele alır.
Yorgunluk, modern toplumda sürekli bir şeyler yapma zorunluluğunun sonucudur ve bu kesintisiz aktivite hali bireyler üzerinde aşırı bir baskı yaratır. Performans odaklı bireyler, kendilerini sürekli olarak geliştirmek zorunda hisseder ve bu durum kendi kendilerini sömürmelerine yol açar.
Daha fazla aktif olmanın daha fazla özgürlük getirdiğine inanmak bir yanılsamadır.Bu sürekli çaba, toplumda yeni bir şiddet formu yaratır ve bireyler üzerinde psikolojik ve fiziksel olarak yıkıcı etkiler bırakır.
Geç-modern toplum artık bir disiplin toplumu değil; performans toplumudur. Bu toplumun sakinleri, itaat özneleri yerine performans özneleridir ve kendi kendilerinin girişimcileridir. Disiplin toplumunun negatifliğinden farklı olarak, performans toplumu pozitiflikle tanımlanır ve “Yes, we can!” sloganıyla özdeşleşir.
Patolojik Bir Manzara
“Özgür ol!”, “İtaatkar ol”dan daha yıkıcı bir zorlama yaratır.”
Şiddet, sadece negatiflikten değil, pozitiflikten de doğar.1 Aşırı üretim, aşırı performans veya aşırı iletişimden kaynaklanan pozitifliğin şiddeti, immünolojik başkadan değil, sistemin kendisinden gelir.2
Şöyle de denebilir: Performansı azamiye çıkarmak üzere gösterilen aşırı heyecan ve çaba, negatifliği lağveder, çünkü bunlar sistemin hızlanma süreçlerini yavaşlatır.
Bu yüzden günümüzde eksik ya da kusurlu yapma, rahatsızlanma, kötü hissetme, mutsuz olma kabul edilemez hale geldi. Hiç kimsenin üzüntüye, durmaya, başarısızlığa tahammülü yok.
Aşırı performans, (…) içkin bir şiddet oluşturur.3 Performans toplumuna geçişin bir sonucu olarak ortaya çıkar; bireyler, kendileri olma mecburiyeti altında çabalamaktan yorulurlar. Performans öznesi, kendini sürekli olarak daha fazla çalışmaya ve daha fazla üretmeye zorlar, bu da onu hem sömüren hem de sömürülen hale getirir.4
Her şeyden önce depresyon, bir yapabilme ve yaratma yorgunluğudur. Depresif bireyin Hiçbir şey mümkün değildir şikayeti, ancak Hiçbir şey imkansız değildir inancında olan bir toplumda mümkündür5
Yorgunluk Bize Ne Öğretir?
"Yapmamayı tercih ederim.” - Herman Melville’den Bartleby
Yorgunluğun Türleri: “Biz-Yorgunluğu”
Kökten yorgunluk, insanın bir şey yapmaya yeteneksiz olduğu tükenmişlik durumundan farklıdır. Bu tür yorgunluk, belirli bir gücü veya yetiyi temsil eder ve insana nefes/ilham verir. Yorgunluğun ilhamı, ne yapılması gerektiğini değil, nelerin bir kenara bırakılabileceğini gösterir. Yorgunluk, insanlara özel bir sakinlik ve huzur içinde bir şey yapmama yeteneği kazandırır. Bu yorgunluk bireysel bir tükenmişlik hali değildir. Bu, yaratılışı tamamladıktan sonra Tanrı'nın yedinci günü kutsal ilan etmesine benzer. Bu nedenle kutsal gün, bir şey yapmak için değil, aksine bir şey yapmamanın günüdür.
Biz’e Karşı “Ben Yorgunluğu”
Tükenmişliğin yorgunluğu, pozitif potansiyelin yorgunluğudur. Kendi kendini sömüren ve bu sömürüyü şiddetlendiren birey, özgürlüğün ve performansın paradoksal bir tezahürü olarak karşımıza çıkar.
Can Sıkıntısıyla Barışmak
“Can sıkıntısı, yaşantının yumurtası üzerinde kuluçkaya yatan hayal kuşudur.”
-Walter Benjamin
Byung-Chul Han, tanımladığı yorgunluk kavramıyla, modern insanın can sıkıntısına karşı tahammülsüzlüğünü ve bu durumun yaratıcılığı nasıl etkilediğini tartışır. Günümüz toplumları, hız ve sürekli hareketle tanımlanır. Ancak bu sürekli hareketlilik, yaratıcı süreçler için gerekli olan derin durgunluk ve can sıkıntısına alan bırakmaz. Bedensel rahatlamanın zirvesi uykuysa, zihinsel rahatlamanın zirvesi de derin can sıkıntısıdır. Sürekli telaş, yeni bir şey yaratmak yerine var olanı tekrarlar ve hızlandırır. Can sıkıntısı, içi sıcak ipekle kaplanmış gri bir kumaş gibi, rüyalarımıza sarılır ve bizi hayal dünyasında bir yolculuğa çıkarır.
Yorgunluk toplumundan kurtulmanın yolu, tefekkür, derin dikkat ve ara zamanlar yaratmaktan geçer. Modern birey, sürekli üretim ve performans baskısından kurtularak, negatif potansiyel ve tefekkür yoluyla daha sağlıklı ve dengeli bir yaşam sürebilir.
Tefekkür ve Derin Dikkat
Kültürel başarılar, derin düşünce ve dikkatli tefekkürün ürünüdür. Ancak modern toplumda bu derin dikkat ve tefekkür kaybolma eğilimindedir. Paul Cézanne’nin nesnelerin kokusunu görebilmesi, bu derin dikkatin bir örneğidir. Bu dikkat türü, kişinin kendini aşarak nesnelerin içine dalmasını sağlar. Fakat modern birey, sürekli telaş ve hiperaktivite içinde bu derin dikkat yeteneğini kaybetmektedir. Kişiyi gerçek anlamda geliştiren şey, öncelikle aktif yaşam değil, tefekküre dayalı yaşamdır.
Negatif Potansiyelin Önemi
Zen-Meditasyonda kişi, kendisini zorla baskılayan, musallat olan Birşey’den kurtararak birşey-yapmamanın saf negatifliğini, yani boşluğu deneyimlemeye çalışır.6
Meditasyon, bireyin zorla baskılayan uyaranlardan kurtularak bir içsel dinginliğe ulaşmasını sağlar.7 Bu, aktif bir süreç olup, kesinlikle pasiflikten başka bir şeydir. Negatif potansiyel, bireyin kendisini zorlamadan, derin bir tefekkür içinde olmasını mümkün kılar.
Oyun ve Ara-Zaman
Ara-zaman, çalışmanın olmadığı ve oyun oynama zamanıdır. O bireylere dinlenme ve yenilenme fırsatı vererek tükenmişliği engelleyebilir.8 Gündelik rutine ara vererek konforlu monotonluğun yerine yaratıcı oyun oynama edimi koyulabilir.
Antik Çağ’dan Ekler..
Stoacı Seneca'nın tedium vitae (hayatın yorgunluğu) kavramı, yaşamın monotonluğu ve anlamsızlığı karşısında hissedilen bıkkınlığı ifade eder. Bireyin yaşamdan aldığı zevklerin azalması; gündelik rutinlerin ve sorumlulukların ağır basması sonucu ortaya çıkan bir varoluşsal yorgunluk durumunu tanımlar. Stoacılar, insanın mutluluğunun dış koşullardan bağımsız olduğunu savunurlar. Bu bağlamda, tedium vitae Stoacı felsefenin, bireyin içsel yaşamında anlam ve huzur bulma çabasını anlatır.
Bir başka ilgili kavram olarak Latince’de acedia kelimesi zahmetsizlik olarak tanımlanır. Aslında tedium vitae’nin zıttıdır. Zahmetsizlik, günlük çabanın çalışkan ruhu değildir, işkoliğin dar aktivitesiyle karıştırılmaz. Bir kayıtsızlık halidir. Molalar gibi zamanlar, işe yeni güç sağlamak amacında değildir, çalışmaya yeniden başlayan kişinin bundan ne kadar yeni güç kazandığı önemli olmaz. Yani güneşin altında yeni bir şey olup olmadığı, yenilenme maksadıyla ilgili değildir. Boş zamanı yalnızca yenilenme amacıyla isteyen kimse, gerçekten yenilenemez. İnsan, oyun oynayan (homo ludens) olarak bu yenilenmeyi doğal olarak icra etmelidir.
Tüm bu notlar üzerine 30 Aralık’taki canlı yayında görüşmek ve derinlemesine tartışmak üzere! Senenin son pazartesi gününde üzüntünüzü ve yorgunluklarınızla geliniz.
Sevgiler,
Dilara