Merhaba!
Ayın bu ikinci pazartesi günü, Zerdüşt’e dair düşünümlerinizi derinleştirmeyi amaçlayan bir bülten ile geldim. Bu sayıda “kaderini sevmek” temasında yazacağım. Gelecek hafta kitabın ikinci yarısına dair kapsamlı bir yazı yazacak; 24 Mart Pazartesi günü ise ücretli üyelerle online bir buluşma yapacağız. Dilerseniz aşağıdaki buton aracılığıyla üyeliğinizi yükseltebilirsiniz.
Şimdi önce sözü Nietzsche’nin kendisine bırakalım👇🏻
“Varlıklarda neyin zorunlu olduğunu güzelce görmek için gitgide daha çok öğrenmek istiyorum; sonrasında ben de varlıkları güzel yapanlardan biri olmalıyım. Amor fati! Bundan böyle benim aşkım olacak! Çirkin olana karşı savaş açmak istemiyorum. Suçlamak istemiyorum; suçlayanları bile suçlamak istemiyorum. Görmezden gelmek tek olumsuzlamam olmalı. Ve her şeyi dâhil ederek ve bütünüyle, bir gün sadece bir "Evetçi" olmayı: diliyorum.” —ŞB, 276.
Ne demek istiyor?
Amor fati, yani kaderini sevmek, Stoacı felsefenin en temel öğretilerinden biridir. Stoacılar, hayatın kaçınılmaz gerçeklerini kabul etmekle kalmaz, onları içselleştirerek sevmeyi önerirler. Ancak bu kavram sadece Stoacılık içinde yer almaz; Nietzsche’nin felsefesinde de belirleyici bir role sahiptir.
Stoacılığın birçok yönünü benimsiyor olsam da, onunla ayrıştığım temel bir nokta var: Stoacılıkta, evrenin işleyişinde bir amaçlılık (teleoloji) ve düzen bulunduğu düşünülür. Oysa ben, evrende herhangi bir erekselliğin olmadığını düşünen, saf bir doğalcıyım. Bu yüzden kader ve zorunluluk meselesinde Stoacılıktan ziyade Spinoza ve Nietzsche çizgisinde duruyorum. Bugün de Nietzsche’nin felsefesinde yeniden can bulan kader ve yazgı anlayışını ele alacağız.
Köle filozof Epiktetos, kaderin kaçınılmazlığından bahsederken, Marcus Aurelius Meditations (Düşünceler) adlı eserinde kaderi kabul etmenin insanı özgürleştirdiğini vurgular. Ancak Nietzsche’ye göre insanın büyüklüğünü gösteren şey sadece kaderi kabul etmek değil, onu sevmektir. O, Ecce Homo’da bunu şöyle ifade eder:
“Benim formülüm amor fati’dir: Olmuş, olmakta olan ve olacak olan her şeyi olduğu gibi istemek; ne ileriye, ne geriye, ne de sonsuzlukta tek bir şeyin bile farklı olmasını dilememek. Zorunlu olana ne sadece tahammül etmek ne de onu saklamak… Yalnızca sevmek.” (Ecce Homo, “Warum ich so klug bin”, §10)
Bu ilke, hayatlarımızı nasıl yaşayacağımız, nasıl hissedeceğimiz ve hayata nasıl bir tavır takınacağımız konusunda büyük bir katkı sunar. Hayatın dolambaçlı yolunda ilerlerken, yollarımız kaçınılmaz olarak kontrolümüz dışındaki olaylar ve koşullarla doludur. Bazı şeyleri değiştiremeyiz, ancak onlara bakış açımızı ve onlara karşı geliştirdiğimiz tutumu değiştirebiliriz.
Kaderi Kabul Etmek mi, Sevmek mi?
Amor fati, kadercilik ile karıştırılmaması gereken bir kavramdır. Kadercilik, insanın hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini öne sürerken, amor fati insanın kaderini şekillendirebileceğini ancak değiştiremeyeceği şeyleri de sevebileceğini ifade eder. Kontrol edemediğimiz olayları kabullenmek ve onlardan nefret etmek yerine, onları benimseyerek bir anlam yaratmak mümkündür.
Bu noktada Viktor Frankl’ın düşünceleri oldukça aydınlatıcıdır. Frankl, Auschwitz gibi toplama kamplarında hayatta kalmış bir psikoterapistti. Yaşadığı tüm dehşete rağmen, hayatta kalmasını sağlayan felsefi bakış açısını İnsanın Anlam Arayışı adlı kitabında şöyle açıklar:
“Hayatta başına gelenleri kontrol edemezsin, ama başına gelenlerle ilgili ne hissedeceğini ve ne yapacağını her zaman kontrol edebilirsin.”
Bu düşünce, Camus’nün Sisifos Söyleni’ndeki absürt insan anlayışıyla da örtüşür. Camus, Sisifos’un sonsuz bir döngüde kayayı yukarı yuvarlamasını, anlamsızlığın bilinciyle ama isyan etmeksizin kabul etmesini insanın onuruyla ilişkilendirir. Amor fati de benzer şekilde, hayatın acılarını ve mücadelelerini yok saymak yerine onları bilinçli bir şekilde sevmeyi içerir.
Amor Fati ve Yaşamı Kucaklamak
Nietzsche, Amor Fati’yi insanın üstünlüğünün formülü olarak görür:
“Bir insanın büyüklük formülüm amor fati’dir. Zorunlu olanın karşısında direnmez—onu sever.”
Bu fikir yalnızca Stoacılarda değil, Deleuze’ün felsefesinde de yer bulur. Deleuze, Nietzsche’yi yorumlarken Amor Fati’yi “olayı istemek, olanı evetlemek, yaşamı onaylamak” olarak açıklar. Buradaki vurgu, yalnızca kabullenmek değil, sevecek bir biçimde dönüştürmektir.
Hayatta karşımıza çıkan her olayı ve durumu sadece kabul etmek değil, onlara karşı bilinçli ve olumlu bir tutum sergilemek gerekir. Çünkü bu olaylar çoktan yaşanmıştır ve olumsuzluklarla oyalanmak geçmişi değiştirmez. Oysa, yaşananları olduğu gibi kabul edip, onlardan öğrenerek yaşamımıza anlam katmak elimizdedir.
Öyleyse, Amor Fati yalnızca bir kader anlayışı değil, yaşama cesaretle bakmanın ve hayatın her yönünü olduğu gibi kucaklamanın bir yoludur. Hayatı olduğu haliyle sevme cesaretini gösterebildiğimizde, kaderimiz artık bir yük değil, bir özgürlük haline gelir.
Sizce mümkün mü?
Gelecek sayıda kitabın ikinci yarısına dair kapsamlı bir analiz yazacağım. Haftaya pazartesi görüşene dek, meraklı kalın.
—Dilara